İnsan Zekâsı Ve Sunî Zekâ
Sunî Zekâ, insanlar gibi "anlayan", "akıl yürüten" ve "yorum yapan" makineler üretmeyi gaye edinen bir araştırma sahasıdır. Bu sahadaki çalışmalar sayesinde basın, ticaret, sanayi gibi birçok sektörde işlemler çok daha kolay ve hızlı yapılabilir hâle gelmiştir. Yazılı metinlerdeki dizgi hatalarını bulan programlar, otomatik para çekme makineleri, araba üreten robotik parçalar bunlara misal olarak verilebilir. Sunî Zekâ (SZ) çalışmaları o kadar hızlı gelişmektedir ki bazı bilim adamlarına göre ileride SZ, insan zekâsına (İZ) denk. hatta ondan daha üstün bir duruma gelecektir (!). Öte yandan bazı bilim adamları da bunun imkânsız olduğunu düşünmektedirler.
Her iki görüşün de temel konusunu İZ teşkil etmektedir, çünkü şu anki SZ programları, İZ'nın çok altındadır. O hâlde İZ'nı üstün kılan Özellikler, başka bir ifadeyle İZ'nın sahip olup SZ'nın sahip olmadığı şeyler nelerdir? Bilim adamları işte bu tür soruları cevaplandırmaya çalışmaktadır. Bu sahada yapılan çalışmaların hem kendimizi anlamada, hem de daha "zeki" makineler üretmede büyük katkıları olacağı düşünülmektedir.
Yukarıda bahsettiğimiz iki farklı görüş (SZ mı, İZ mı üstündür veya üstün olacaktır?) hakkında oldukça fazla tartışma yapılmıştır. Meselâ, Searle'e göre SZ'nın İZ'na yaklaşabilmesi için biyokimyevî bir donanım gereklidir. Bu tür bir sistemin, mevcut mekanik sistemlerden daha üstün olacağı düşünülmektedir. Zira bu sayede bilgiler, insan beynine benzer bir şekilde, moleküler yapılar üzerinde saklanacak, böylelikle hız ve kapasite kat kat artacaktır. Yine Searle'e göre makineler, bilgisayarlar ve robotlar sadece sembolleri kullanarak işlem yapmakla İZ'nın seviyesine ulaşamazlar. Çünkü bunlar mekanik bir şekilde sembolleri kullandıkları hâlde onlara, insanların yaptıkları gibi, bîr "mana" verememektedirler. İşte İZ ile SZ arasındaki en büyük fark budur.
Churchland gibi bazı bilim adamları ise biyomekanik donanımın mecburi olmadığını düşünmektedir. Gerekli olan şey, insan beyni gibi fonksiyon gösteren makineler yapmaktır. Tabiî bu da son 30 yıldır tartışılan bir problemi gündeme getirmektedir: "Makineler düşünebilir mi?"
Turing, SZ programlarıyla desteklenen makinelerin, belli alt yapıların da eklenmesiyle düşünebileceklerini savunmaktadır. Bu iddialarını ispat etmek için tavsiye ettikleri şey şudur: Bir zekâ testinin sorularına, SZ programlarının verdikleri cevaplar, insanların cevaplarından ayırt edilemiyorsa, bu programın yüklendiği makine, testi geçmiş ve bu yüzden de kendisine has bir "şuur" ve "'zekâ"ya sahiptir demektir.
Simon ve Fiegenbaum ise aynı fikirde değildir. Düşündüğü söylenen makineler belirli problemlere çözümler bulabilir, bunu yaparken de bazı mantıkî süreçleri takip edebilirler. Fakat insanların sahip olduğu ruhî durum, hisler, sezgi gibi hususiyetlerden mahrumdurlar. Bu yüzden de mantıkî süreçleri izleyerek "düşünen" bir makinenin, insanî mânâda "düşündüğü" söylenemez.
Fiegenbaum'a göre bir makinenin insan gibi düşünebilmesi için şunlar gerekmektedir:
a. Öğrenme kabiliyeti (niyet ederek ve şuurlu bir şekilde ilim tahsil etme kabiliyeti).
b. Sağduyuya dayanan tecrübeler veya problem çözme kabiliyeti, yani farklı alternatifler arasında seçim yapabilme istidadı.
c. Çevresinde olup bitenleri anlayıp idrak etmesini ve bunlar hakkında mefhumlar oluşturmasını sağlayan, insanların kullandıkları gibi bir dil.
Tabiî bu kabiliyetlere zor işleri, birim zamanda, azami sayıda ve en kısa süre içinde yapmak şeklindeki "zorluk", "miktar" ve "hız" unsurları da eklenebilir.
Dreyfus, Searle ve Penrose gibi birçok bilim adamı da makinelerin düşünebileceklerine inanmamaktadır.
Tıp, ekonomi, hukuk gibi belli ihtisas sahalarında, mütehassıslardan derlenen bilgilerle hazırlanan uzman sistemlerin, bu insanların yerini alabileceğini iddia edenlere karşı Dreyfus şunları söylüyor:
"Eğer bir İnsan, bir uzmana, kullandığı kaidelerin neler olduğunu sorsa, onu, başlangıçta öğrendiği ama artık kullanmadığı kâideleri hatırlamaya zorluyor demektir. Eğer birisi bu kaideleri bilgisayara yüklese, bu bilgisayar, belli bir konuda uzmanlaşmak için çalışmaya başlayan bir insandan daha mükemmel bir şekilde, milyonlarca bilgi kümesini büyük bir hız ve doğrulukla işleyebilir. Fakat hangi sayıda olursa olsun, hiçbir kaide ve bilgi birikimi, bir uzmanın binlerce farklı durumda bizzat yaşadığı tecrübelerin kendisine kazandırdığı vukufu veremez."
Bir insanın sahip olduğu bilgiler, sınırlı sayıda hakikatler ve kaideler hâlinde tasnif edilemez, zira her bir zihnin taşıdığı malumat, sınırsız denecek kadar çok sayıda hakikata eşittir, yani bütün bunların sayılıp dökülmesi ve "algoritmik" bir yapı içinde sınıflandırılması imkânsızdır. (Algoritmik yapı ile kastedilen şey, belli bir problemi çözmek için düzenlenmiş bir talimat listesidir). Böyle bir yapının da kurulamaması, insan zihnindeki bütün bilgilerin, bilgisayarlar tarafından kullanılabilecek şekilde programlanamaması demektir. Bilgisayarlar belli algoritmik yapıları takip etmek zorunda oldukları için mânâ, muhteva ve makam gibi önemli unsurlara nüfuz edemezler, bu yüzden de bilgisayarlar "sentaktik" yaratıklardır, "semantik" değil; yani sözdiziminin, kelimelerin, cümlelerin arkasında yatan mânâlardan habersizdirler. Bir mesajın sadece kendisini tanımakta, mesajın ardındaki anlamlara inememektedirler. Meselâ bilgisayar için "çiçek" sadece ve sadece bir kelimedir; harfleri ç", "i", "ç", "e", "k" olan bir kelime. Kısacası, hayatlarında hiç çiçek görmemiş ve koklamamış olan bilgisayarlar çiçeğin ne olduğunu bilemezler. (Asrımızın yaygın bir hastalığı olan "mânâ"yı gözardı etmek de burada ibretle hatırlanmaya değer. "Çiçek" çoğu insan için sadece bir çiçektir. İlâhi esintileri hiç görmemiş, koklamamış bu insanlar -daha doğrusu bilgisayarların organik versiyonları- çiçeğin, Allah'ın (cc) bir sanatı, yıldızların da yine O'nun (cc) semayı süslediği çiçekleri olduğunu hiç düşünmezler).
Penrose'un SZ hakkındaki görüşleri de şöyle: "Matematikte, belli denklemleri izleyerek veya algoritmalar kullanılarak çözülemeyen bazı problemler vardır. Ama yine de insanlar bu problemlerin neticelerini bulabilmektedirler. Demek ki insan beyni, algoritmik olmayan bir şey yapmakta, "mahiyeti meçhul bir keyfiyet" veya "sır dolu hır nitelik" taşımaktadır.
İnsan beynindeki bu sır, onu diğer mahlukattan ayıran bir özelliktir. Evet, insanlar kültürel sembolleri kullanma kabiliyetine sahiptirler. Belli bir kültür içinde yer alan ve gelişen "dil" sayesinde insanlar, bazı "semboller" i kullanarak iletişim kurabilmektedirler. İşte SZ programlarını İZ'ndan ayıran en Önemli hususlardan biri budur. Batılı bilim adamları ise İZ'nın üstün olmasının sebeplerini şu şekilde sıralamaktadır:
1. İnsanlar biyokimyevî bir vücuda sahiptir.
2. Belli duygular ve sağduyu taşırlar.
3. Aklî ve mantıkî olmayan durumlarda çıkış yolu bulma kabiliyetleri vardır.
SZ'daki bu eksiklikleri telafi etmek için de nöral ağlardan (suni sinir ağları) yararlanmayı düşünmektedirler. Halbuki SZ çalışmalarında "kültür" gözardı edilmeseydi, İZ'nı üstün kılan özellikler çok daha sağlıklı bir şekilde tespit edilebilecekti.
Zihnin düşünce süreci, kültürel semboller kullanılmadan tarif ve tasnif edilemez. Matematikte olduğu gibi, insanların kendi aralarında kullandıkları dil dışındaki sembollerden oluşmuş sistemler, iletişim yönünden çok sınırlıdır. Oysa dil, sınırsız denilebilecek sayıda sembolün kullanılabileceği bir sistemdir. Hemen hemen her türlü düşüncenin dil yardımıyla ifade edilebilmesi bunu gösterir. Kültürümüz de dilsiz ayakta duramaz, başka bir sembol sistemi ile devam edemez. Kısacası her zaman kelimelerle düşünmeyiz, fakat onlar olmaksızın da çoğu şeyi başaramayız.
Dil, düşünce, bilgi, değer ve inançla alâkalı sembolleri kullanabilen insan zihninin gelişmesi, modem psikoloji ve sosyolojinin de tespit ettiği gibi, kültürel sembolleri benliğine maletmesine ve böylelikle sosyalleşmesine, yani içtimâî bünyede sağlam bir uzuv hâline gelmesine bağlıdır. Bir insan bunu gerçekleştirebilir, ama bilgisayar asla. En gelişmiş bilgisayar bile dört yaşındaki bir çocuğun anlayabileceği bir hikayeyi anlayamaz. Çünkü bilgisayar sadece kuru mantık silsilelerini takip ederken, çocuk mantığın ötesinde bir sağduyuya sahiptir. Şu hâlde insanın zihni ve zekâsı, akıl ve mantık kaideleri ile hayal, sezgi ve İlham gibi hislerin bir karışımıdır.
İdrakî Bilimler'de (Cognitive Sciences) araştırma yapan bilim adamları şu gerçeği tespit ettiler: İnsanlar yalanlamadan çok doğrulamaya eğilimlidirler. Bu sayede de bir problemi çözerken gereksiz teferruatla uğraşmazlar. Bilgisayarların yaptığı gibi konuyla alâkası olmayan alternatifleri değerlendirmekle zaman kaybetmezler. Kısacası insanlar ne hiçbir şeyi anlayamayacak kadar düzensiz bir zihin yapısına ne de lüzumsuz ayrıntılar içinde boğulacak kadar iptidai ve sınırlı bir zihin sürecine sahiptirler.
Şu anda batılı bilim adamları, determinizmin tesiriyle sadece akıl, mantık ve algoritmaya dayalı sistemler üzerinde çalıştıkları için SZ programları İZ'nın çok altında kalmaktadır. Onlardaki bu tek buudlu illiyet anlayışı (yani katı bir sebep-sonuç ilişkisi şeklindeki anlayış) devam ettikçe de çalışmalarının ilerlemesi mümkün değildir. Zaten zekânın "sunî" olması, onun "sınırlı" ve "geri" olmasını kaçınılmaz yapmaktadır.
Bilgisayarların değil, insanların sahip oldukları sezgi ve ilham gibi akıl ve mantıküstü hususiyetler burada tam anlamıyla birer nirengi noktasıdır. Bunların kaynağı ruh, ruhun kaynağı da İlahî bir emirdir. Allah'ın ilminden beslenen ruhu, ruhun yönettiği akıl idrak edemez; fakat bir derece tasavvur edebilir. Evet, ruh; hayal ve şuur sahibi, harici bir vücut giymiş, nuranî, İlâhî bir "kanun"dur. Tıpkı yerçekimi gibi. Fakat yerçekiminin şuuru yoktur. Demek ki yerçekimi şuurlu olsaydı bir ruh, ruh da şuursuz olsaydı çekim kuvveti gibi bir kanun olacaktı.
Bilindiği gibi bitkiler canlı oldukları hâlde ruhsuz, hayvanlar, ruh sahibi oldukları hâlde şuursuz, insanlar ise hem canlı, hem ruh sahibi, hem de şuurlu yaratıklardır. Buradaki "şuur", varlığından haberdar olma mânâsındadır ve "niyet" ederek ve cüz'î de olsa "irade"'yi kullanarak fiiller gerçekleştirmekle irtibat hâlindedir. Sunî Zekâ programlarıyla idare edilen robotların yaptıkları hareketler, gösterdikleri tepkiler ve ortaya çıkardıkları işlere bakan fıtratı müteheyyiç bazı insanlar, yapıp edilenlerin çok iyi birer "taklit" olduğunu unutarak, frankeştaynlarının canlandığını zannetmektedirler. (Bu meyanda bir hususa daha dikkat çekmek istiyoruz. Söz Sultan'ı'nın da ifade ettiği gibi, "ameller'' ve "niyetler", bir bütünün ayrılmaz parçalarıdır ve niyet, ruh ve cüz'i irade gibi insana mahsus bir sırdır. Niyetsiz ameller ise robotça kalmaya mahkumdur).
"Şuur", "niyet" ve "ruh" üzerinde bilhassa durmamızın sebebi şudur: Bilgisayar teknolojisinde mevcut eğilimler göz önünde tutulursa, batılıların materyalist ve evrimci dünya görüşleri yüzünden "maneviyat" tan kopuk bir havanın estiği görülecektir. Zira ruha inanmayan insanlar, insandan daha üstün makineler yapabileceklerini (hatta, haşa yaratabileceklerini !) zannetmektedirler. Eğer "üstünlük" ile bilgi depolama kastediliyorsa bilgisayarların bizden üstün olduğunu kabul etmek gerekir. (Zira son satranç programları, Karpov'a bile meydan okumaktadır. Yalnız böyle "süper" bir program taşıyan bilgisayarın, dünya satranç şampiyonunu yenmeye niyet ettiğini, nedense kimse iddia etmemektedir!).
Burada bilgisayarlara savaş açmış değiliz. Sunî Zekâ sahasında dahi birçok faydalı çalışmanın yapılacağına inanıyoruz. Özellikle "bilgi" ve "enerji"yi üretme, saklama, aktarma ve değerlendirmede insanların işlerini kolaylaştıran çok gelişmiş sistemlerin yapılması bizim de isteğimizdir. Şu ana kadar yapılan çalışmalar sayesinde insan hayatının ne kadar çok kolaylaştığı düşünülürse, gelecekteki araştırmaların ehemmiyeti daha iyi anlaşılır. Öte yandan, eğer "anlama", "idrak", "sezgi.", "ilham" gibi hususlarda "üstünlük" kastediliyorsa, o zaman bilgisayarların hiçbir zaman insan seviyesine çıkamayacağı görülecektir. Bu yüzden garip bir benlik davasıyla insanın mekanik versiyonlarını "yaratmaya" (!) çalışmak yerine, insanlığa faydalı olacak araç gereçler yapmaya gayret etmek çok daha yerinde olacaktır.
Muhasebe, tasarım, imalât, eğitim, feza araştırmaları gibi sahalarda eskiden yıllar süren çalışmaları çok kısa bir süre içinde yapan sistemleri, Sunî Zekâ programları yardımıyla geliştirmek tabiî ki arzu edilen bir hedeftir. Ancak, bilgisayar müptelası olup insana has zihnî, ruhî ve manevî fakülteleri ve bunların kaynaklarını unutarak burnu havalarda dolaşan ve "benimle anlaşabilen bir robota, ben robot diyemem, o bir insandır aslında" gibi cümleler mırıldananları da uyandırmak gereklidir. Böyle insanların kendilerine gelmesi için onlara şunu teklif etmek herhalde yerinde olur: "Robotlara insan demektense, sizlere robot desek ne dersiniz?" Evet, "ruh"a inanmadıkları için, insanla robot arasında pek fazla fark görmeyenler, en gelişmiş elektronik silahlarla, bilgisayar oyunu oynuyor gibi, adam öldürebilmektedirler. O hâlde önemli olan teknolojik aletlerin türü veya ne kadar gelişmiş olduğu değil, onları hazırlayan ve kullananların ahlâkî hassasiyetleridir.
Özetle Sunî Zekâ, sunî kalmaya mahkumdur. Zaten bu ifadedeki "zekâ" kelimesi; "okuduğundan", "gördüğünden", "anladığından" ve "konuştuğundan" bahsedilen bilgisayarlara ait sıfatlarda olduğu gibi hep mecazi mânâda kullanılmıştır. Ama her-şeye rağmen, insanın müstesna mevkiini ve onu bu şekilde Yaratan'ın kudretini unutmadan, Yüce Kudret'in insanlara ihsan ettiği bilgisayar ve Sunî Zekâ nimetlerinden en iyi şekilde istifade etmek de bizler için bir vazife olmalıdır.